2 Eki 2008

Bunların İslam'ı hangi İslam?

Sabahattin ÖNKİBAR
sonkibar@gmail.com
Yazı Tarihi: 01/10/2008



1980’li yıllarda yayınlanan sözde İslamcı gazetelere bakın.
Hiç birinde banka reklamı bulamazsınız.
Öyle; çünkü o dönemde banka ilanı almak haram olarak görülürdü ve dahası bu durum o zamanki gazetelerin fıkıh sayfalarında da yazılıp çizilirdi.
O yıllarda ben Türkiye Gazetesinde çalışıyordum.

Banka ve televizyon örneği
Türkiye Gazetesi de diğerleri gibi banka reklamını haram diye basmazdı.
Aradan çok değil birkaç yıl geçti.
Haram diye banka reklamını basmayan Türkiye ya da İhlas Grubu 90’lı yıllarda banka sahibi oldu.
Önce şimdi cezaevinde olan Ali Balkaner’le beraber Yurtbank’ı aldı.
Ardından Yahya Murat Demirel’le Egebank’a sahip oldu.
İyi de 80’li yıllarda haram olan şey 90’lı yıllarda nasıl helal olmuştu?
Çok değil 5-6 yıl öncesinde haram diye bankaların reklamını bile basmazken, 90’lı yıllarda banka sahibi olmak nasıl olabilirdi?
Ben bu sorunun cevabını emin olun o günlerde de aradım.
Bir gün Enver Ören’e bütün açık yürekliliğimle bu soruyu sorduğumda Enver Bey hiddetlenmiş ve bana böyle bir soruyu sormamdan ötürü tövbe etmemi önermişti.
Öyle çünkü onların inanış ya da kabülünde Enver Ağbinin yaptığı her şeyde bir keramet ve hikmet vardı.
Aynı şey hiç unutmam TV alıcıları için de geçerliydi.
80’li yıllarda Enver Bey’in sohbet kasetlerinde en sık tekrarlanan cümle, “Televizyon giren evde iman olmaz. Televizyon içeri girer, iman dışarı çıkar” cümleciğiydi.
Oysa 90’lı yılların ilk yarısında İhlas’ın kendine ait bir TV kanalı oldu.
Üstüne üstlük o kanal 96’don sonra adeta dansözlerin oynaştığı platforma dönüştü.
Peki 80’li yıllarda TRT’nin seviyeli yayını ile bile evden kaçan iman olgusu 90’lı yıllarda, dansözlere rağmen evde nasıl durabilirdi?

Dün küfür bugün mübah!
Bu ve benzeri şeyler gösteriyor ki yüce ve mukaddes dinimiz İslam bazıları için ihtiyaca binaen adete yeni bir vahiy gelmiş gibi yeniden düzenlenebilmiş ya da tanzim edilebilmiştir.
Televizyonun ve bankan yok iken ikisi de küfür, varken ikisi de mübah olabilmiştir.
Şimdi bazıları bizim bu değerlendirmemize; sen oranın ekmeğini yedin nasıl bunu yazarsın demez mi, gülüyorum ben onlara!
Birincisi ben orada emek vererek çalıştım ve emeğimin karşılığını aldım, ikincisi de bir yerlerden çalışıp maaş almak oranın dinini, imanını ahlakını yani her şeyini kabullenmek anlamına gelmez, gelmemeli... Gelirse bunun adı çıkar ya da para karşılığı imanını ya da kendini satmaktır.
Ne yani ben Hıristiyan bir kurumda çalışıp maaş alsaydım Hıristiyan dinine, aldığım maaş gereği hak din mi diyecektim? Ya da sapkın birinin sahibi olduğu bir yerde çalışsaydım maaş aldım diye adamı peygamber mi ilan edecektim... Peki o günlerde niye mi söylemedim? Söyledim ve ardından kendi isteğimle istifa ederek ayrıldım oradan...

Deniz Feneri soyguncuları
Konumuza devam edelim:
Emin olun aynı şeyler Türkiye’de bulunan tamamı değil ama pek çok dinî grup için geçerlidir.
Bunlar İslamı kendi çıkar ve hesaplarına göre yorumlarlar.
Kendilerince bir içtihat yaparlar ve dini işlerine uydururlar.
Bugün hâlâ sorsanız onlardan daha ihlaslısı ve samimi Müslümanı yoktur.
Niyet hayır, akıbet hayır derler ve yanlışlarını güya ulvi niyetleriyle açıklarlar.
Aslına bakarsanız bunların tamamına yakını abdest alıp namaz da kılarlar.
Oruçlarında hileleri de yoktur.
İçki de içmezler.
Kadınlara düşkünlükleri fazladır lakin onu da uluorta yapmazlar yani şeklen iyi mümindirler.
Ancak iş paraya yani çıkara geldi mi, kendi yazdıkları ihmihal kitaplarına bile meydan okurlar.
Yukarıda belirtiğimiz gibi avanta gördüler mi İslamı, kendilerine uydururlar.
Deniz Feneri soyguncularının hali de üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Onlar da abdestli-namazlıdırlar lakin, zekat için verileni bile ceplerine atmaktan utanmazlar.
Kendilerine göre gerekçe ya da fetvaları ise cihat olgusudur.

Türkiye kafir devlet mi?
Onlara göre İslamda en önemli husus cihat olayıdır ve kendileri de cihadın akıncı önderleridir.. Dolayısı ile her şeyi güya İslam adına yapma lüksleri olduğuna inanırlar ya da kendilerini öyle kandırırlar. Din ya da İslamı, kişiliklerinde taşıdıklarına inanırlar.
Devletteki soygunlarda ise ölçü daha farklıdır.
Bu soygunculara göre Türkiye Dar-ül İslam yani İslam devleti değil, Dar-ül harp yani kafir ya da mürted devlettir. Dolayısı ile mürted devletten çalmanın değil müeyyidesi sevabı vardır... Öyle düşünürler...
Hiç unutmam 12 Eylül öncesinde üniversite öğrenciliği dönemimde Mili Görüş militanı olan bir sınıf arkadaşımla okul dönüşümde kaytarma imkanı varken belediye otobüsüne ısrarla bilet vermeye çalışmama o arkadaşın, “Mürted devlete para vermek için ne çırpınıyorsun. O çırpınışın cehennemde azabı vardır” demesi hâlâ kulaklarımdadır. Evet belediye otobüsüne biletsiz binmeyi bile cihat gören bir anlayıştır söz konusu olan...
Bugün bakın etrafınıza, namazında abdestinde olan ama trilyonluk serveti de dillere destan olanları görürsünüz!
Bu nasıl oluyor demeyin oluyor işte, her şey gözümüzün önünde.
Adamlar hem devleti ya da bir birimini yönetiyor hem de onu kafir diye mütalaa edip çaldıkça çalıyor.

Allah’ı kandıramazsınız!
İyi de be adam o kafir devleti(!) sen yönetmiyor musun, bu ne çelişkidir?
İşte bunun adı basit ifade ile İslamın kullanılması ya da istismarıdır.
İslamın kullanılması malum iki şekilde oluyor.
Ya maddi çıkar için kullanılır ya da siyasi fayda için alet edilir.
Türkiye’de ikisi de oluyor.
Hem çok çok üst düzeylerde yapılıyor.
Yazımı noktalarken bu cenaha Bülent Arınç’ın, “ölüm var ölüm” ikazını hatırlatmak isteriz.
Bunlar burada kılıflar uydurur da, öbür tarafta ne yaparlar merak ediyorum.
Beyler balığı kandırırsınız lakin Haliği kandıramazsınız, kendinize gelin!