15 Nis 2009

Bebek ittifakı sınıra dayandı

Selcan TAŞÇI
selcantasci@gmail.com
Yazı Tarihi: 15/04/2009

İlginç isimleri biraraya getiren ve yıllardır aydınlanmamış olan yemeğin baş aktörü eski ABD Büyükelçisi Parris’in Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusundaki tezlerinin, harfiyen Türk medyasında dillendiriliyor olması tesadüf mü?



Mark Parris’in Milliyet’ten Devrim Sevimay’ın sorularına verdiği cevapları okurken, aynı cümleleri daha önce de okuduğumu farkettim.
Acaba ’bu yakınlarda Parris’in benzer bir demeci mi oldu’ diye hafızamı yokladım. Ama bahsettiğim tekrarlar sadece iki üç günlük bir zaman zarfını kapsıyordu.
Obama’nın kucağımıza bıraktığı ateş toplarından sadece biri olan “Ermenistan sınırının açılması” meselesini değerlendirirken, Amerikan rüzgarına kapılan kalemlerinin önüne geçemeyen “aydınlarımız” ın satırlarıymış meğer, Parris’e yorduklarım...
Moskova, Tel Aviv ve Ankara gibi üç “anlamlı” başkentte görev yapan ve şu anda da Brookings Enstitüsü’nde Türkiye ve Ortadoğu tezleri üzerine çalışan Mark Parris ile çıplak gözle bakıldığında “Türkiye’de yetişmiş”, yine çıplak gözle bakıldığında “kariyerini Türkiye’de yapmış” gibi gözüken “aydınlarımız” arasındaki ağız birliğini bir çırpıda anlamak mümkün olmuyor tabii...
Bir tarafta ABD’nin çıkarlarını savunmak durumunda olan bir Amerikan diplomatı...
Diğer tarafa, ülkelerinin kamuoyunu doğru biçimde bilgilendirmekle, yeri geldiğinde tolumu uyarmak ve uyandırmakla görevli olması gereken Türk yazarlar...
Amerika ile Türkiye’nin çıkarları her daim örtüşmeyeceğine göre...
Uluslararası ilişkileri sürdürülebilir kılan tek bağ da “çıkar” olduğuna göre...
Bu tek seslilik fazlaca şüphe uyandırmıyor mu?
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz aylarda ziyaret ettiği Brookings’te Parris ve meslektaşları tarafından adeta sorguya çekilmişti.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, başta yargı olmak üzere ülkesinin kurumlarını şikayet eder halinin dahi Amerikalıları tatmin etmediğini, ne tesadüf ki, tam da o günlerde “bir geçerken Brookings’e uğrayan ve eski dostu Parris’in kahvesini içen” Cengiz Çandar’dan öğrenmiştik...
Bu ziyaret ile Erdoğan’ın demokratlara görücüye çıktığını da yine Çandar haber vermişti.
AKP hakkında açılan kapatma davasında Türkiye’yi tehdit etmekten çekinmeyen Parris ile Türkiye’deki dostları birçok konuyu ’kelimeleri aynı tornada şekillendirilmiş gibi’ ifade ettiler bugüne kadar...
Ve son olarak Obama’nın TBMM’de “1915 olayları hakkındaki düşüncesinin değişmediğini” söylemesinin hep birlikte arkasında durdular...
Parris, “Başkan’ın Türkiye’nin Osmanlı geçmişinde yer alan ve kendisinin daha önce soykırım olarak adlandırdığı olaylar konusundaki görüşlerini değiştirmediği yolundaki sözlerini de söylendiği gibi algılamak lazım” dedi. Yani “yok öyle demek istemedi” diye kıvırma gereği bile duymadı.
Neden duysun?
Obama’nın bu “barışçı!” tavrının zeminini, bizzat bizim özürcüler hazırlamamış mıydı zaten?
Nitekim Obama yüzümüze baka baka “katilsiniz” dedi ve gitti...
Yeniçağ günlerdir konuyu manşetten indirmiyor. Ermenistan sınırının açılmasının, sözde soykırımın tanınmasının, Dışişlerinin kırmızı çizgilerini bir “delete” tuşuyla silmesinin sakıncasını anlatıyor. Anlatan siyasilerin, sivil toplum kuruluşlarının, diplomatların, toplumun her kesiminin sesini duyurmaya çalışıyor...
Ama bunu elin başkanına
“Ne diyorsun” demeden, “Ne yapıyoruz biz” le sınırlayarak yapıyor.
Çünkü “aydın” sıfatı taşıyan bir grup, Türkiye’nin uluslararası arenada milli çıkarlarını koruma hakkını elinden almak için var gücüyle çalışıyor. Bu ülkenin refleks sahibi kişi ve kurumlarını, iftiracılara, infazcılara, tehditçilere, dayatmacılara “Ne diyorsun” diyemez, hesap soramaz hale getiriyor...
“Sen önce kendi Nobelli yazarına bak” diyeceklerini biliyor da, hesap ediyor da yapıyor...
Bütün bu kadro...
Eski teröristler, eski Maocu yeni liberaller, istihbaratçılar, aydın görünümlü isli fikirliler, Amerikanlar, Amerikan Taraf’lar, Nobel’liler, işporta bedelliler...
Üzeri karanlık kalan o yemekte bilmediğimiz yemeklerde... Ne yediler, ne içtiler de, göbekleri beraber bağlanmışa döndülerse...
Çıktıkları ’ucu açık’ yolda yürümeye devam ediyorlar... Frenleri boşalmış gibi...
Önlerinde sınır var... Yaklaşınca kendiliğinden açılır sanıyorlar...
Yanılıyorlar...
Sınırdan önce son dönüşe geldiniz...
Dönmezseniz...
Bundan sonrası bir gürültü, tepe taklak hesaplar, şarampole yuvarlanmış umutlar...
Kısaca, bu milletin egemenliğine kast eden her gücün yaşadığı o elim yol kazası...



O yemeğin hatırası her gün yeniden yazılıyor:


Bu sözler ‘büyükelçi görünümlü CIA ajanı’na ait:
”Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakın bağların çok iyi farkındayım.
Ancak, Türkiye- Azerbaycan ilişkisinin ruhunun ya da yakın arkadaşlar arasındaki herhangi bir ilişkinin, birinin diğerinin meşru ve önemli bir ulusal çıkarının sağlanması arayışının önünü kesmesiyle bağdaşmayacağını düşünüyorum.
Türkiye, yıllardır büyük bir hassasiyetle Azerbeycan’ın çıkarlarını gözetiyor ve Ermenistan ile devam eden diyalogunda, Bakü’nün Dağlık- Karabağ sorunundaki pozisyonunu tehlikeye sokmamaya azami gayreti sarfediyor. Bakü’nün de şimdi , Türkiye’nin açıklamış olduğu üzere Erivan ile ilişkilerinde yapmaya sağladığı açılımı rehin almaya çalışması doğru değildir.
* Mark Parris / Milliyet



Bu sözler de liberal Türk ‘aydın’larına ait:
Dağlık Karabağ konusunda Azerbaycan ile Ermenistan arasında mutabakat sağlanmadıkça nihai bir sözleşmeyi imzalamayacaksak, işimiz gerçekten her açıdan çok zor...
Çünkü... Bölgede kıpırdayamaz halde kaldıkça, alt-süper olma imkánı da elimizden uçar gider... Umarım, akılcı ve kendi çıkarlarımıza endeksli bir kıvraklık hásıl olur...
* Mehmet Altan / Star



Türk dış politikası, Türkiye-Ermenistan ilişkileri, Azerbaycan tarafından rehin alınmamalıdır. Türkiye ile Ermenistan yakınlaşabilir, şu çok sözü edilen ’24 Nisan öncesi bir jest de yapılabilir.
* İsmet Berkan / Radikal



+++++++



Majestelerinin karikatüristi yüzde 38 şokuna mı girdi?
Erdal Şafak, CNN Türk’te katıldığı programda, yönettiği gazetenin ’yandaş olmadığını’kanıtlamak için karısı AKP milletvekili olan Salih Memecan’ı örnek göstermiş. Majestelerinin karikatüristinin tarafsızlık namzeti gösterilmesine bozulan Mehmet Tezkan’ın dili tutulduğu için veremediği tepki bakın neymiş:
“Oha” diyecektim dilimi tuttum..
Memecan’ın altı yıl boyunca muhalefeti eleştirmekten anası ağladı.. Bir tek gün iktidarı hiciv eden karikatür çizmedi..
(Pardon bir defa çizdi, fırçayı yedi).
Adı majestelerinin karikatüristine çıktı..
AKP yüzde 38.6’ya inince Memecan iki defa Başbakan’ı tek gözü morarmış çizmişti.. Herhalde bunu kastettiler..
Salih’i yüzde 38 çarpmasın..
Küçük bir travma..
Yoksa o da mı muhalefete geçti?
İnanmıyorum!
Yüzde 38, karikatürist olduğunu hatırlattı galiba..
Biz en iyisi bekleyelim..
Yüzde 38 travması belki birkaç güne kadar geçer.. Başbakan’la yüz yüze görüşmeyle..
* Mehmet Tezkan / Vatan




+++++++



Azerbaycan’da ahali kırgın
Azerbaycan Büyükelçisi Zakir Haşimov’la bir telefon konuşması yapmıştım...
- Kırgın mısınız Sayın Büyükelçi?
-Kime?
Türkiye’ye... Sayın Aliyev de gelmedi... Bir kırgınlık olduğunu görüyorum...
- Tabii iki devlet var. Kimse kimsenin iç işine karışamaz... Ama...
İşte bu “ama” önemli...
- Ama Azerbaycan’da ahali Türkiye’ye kırık...
- E onlar kırıksa Aliyev de kırıktır..
- Onu diyemem tabii. Ama ahalide hoşnutsuzluk var...
Büyükelçinin çok diplomatça sözünü ettiği “ahali” devletin hissiyatıdır... Üstelik “ahali” kırıklığı kolay geçmez.
* Fatih Çekirge / Hürriyet



+++++++



Gazeteci ve hukuk
Ergenekon operasyonlarında televizyonlar canlı yayın yaparken, kimi meslektaş bilerek kimi bilmeden yanlışa düşüyor. Örneğin “Yeni bir operasyon bekleniyordu” sözü çok sık ifade ediliyor. Sanki operasyonun gerekliliğine kendileri de inanıyormuş gibi... Daha da vahimi... İnsanların neden gözaltına alındığı bilinmezken kimilerinin savcı edasıyla yakıştırma yapmaları. Örneğin dün ekranda bir gazeteci Bülent Ecevit’in Mehmet Haberal’ın hastanesinde yatarken fenalaştığını, bunun da soru işaretleri yarattığını söylüyordu. Sanki Haberal bu suçtan dolayı gözaltına alınmış gibi. Bir başkası Haberal’ın Patalya otellerinde yapılan toplantıları gizemli bir dille anlatıyor, sanki orada suç işlenmiş havası veriyordu. Acaba gözaltına alınan kişilere savcıdan önce suç isnat etmek şart mı? Yoksa amaç gözaltı olayına meşruluk kazandırmak mı? Gazetecinin hukuka bağlı olmak gibi bir görevi de yok mudur?
* Melih Aşık / Milliyet



+++++++


SORU-CEVAP
Asimile ile devşirme arasında ne fark vardır? İkisi de kimlik kapatma eseridir... Onların asimile liderleri “yap, et, ver” der. Bizdeki devşirmeler de “emrin olur hemen” der.
* Turan Kırılmazoğlu




+++++++


MİNİ YORUM
Zulüm dönemi tarihi

Prof. Dr. Türkan Saylan’ın evinden çıkan polisler yuhalandı... Yargının bir ayağının “dönüştürüldüğü” mahkeme salonunda, hukuk insanları tarafından dile getiriliyor.. “Darbeci” oldukları iddiasıyla gözaltına alınan isimler gerçekten bir darbenin mimarı olacaklar mıydı, henüz kimse bilmiyor. Hukukçular tepkili, öğrenciler, öğretim üyeleri, doktorlar, hastalar, sanatçılar, rektörler, gazeteciler, siyasiler... Aramalar ve gözaltılara gösterilen tepkinin bir darbeyi tetikleyebileceği dillendiriliyor artık. İnsanların kurumlara güvenini kaybetmesinin kaçınılmaz sonucuna mı sürükleniyoruz? Sivil darbe olarak tanımlanan bir zulüm dönemi kapansın diye askeri darbeyi kurtarıcı görmeye başlayanların sayısı çoğalmaz umarım. Cumhuriyet tarihine, milli mücadelenin, ilke ve inkılapların onurlu sayfalarına “hesaplaşmalar” ın gölgelerini düşürenler utansın...

Kaynak:Yenicag